Türkiye’de Denizcilik Bilinci (1. Bölüm)
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Aziz Göksel T. C. Maltepe Ãœniversitesi, Gemi ve Yat Tasarımı Bölümü Kurucu BaÅŸkanı Bu makalenin içeriğini, “denizcilik olgusunun evrensel anlamı ve Türk toplumunu ilgilendiren çeşitli yönleri” oluşturmaktadır. Bu yönler “uygar dünyada, denizcilik kültürünün ve denizcilik bilincinin çağlar içinde aldığı yol ve günümüz Türkiye’sindeki görünümü”dür. Bu noktadaki amaç ve beklenti ise, Türk toplumunu oluşturan bireylerin zihninde, yeni yeni yapılanmakta olan çağdaş denizcilik bilincine bir derinlik kazandırmak ve bu yolda atılan adımlara destek vermektir. Bu nedenle Türk toplumunun denizle olan ilişkisi sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel boyutlarıyla ortaya konmakta ve amfibik (denizci) topluma geçiş süreçleri irdelenerek bu süreçler birçok üniversiter disiplinin kuramsal ve pratik bilgi üretim alanlarına çekilmeye çalışılmaktadır. Bu çalışmanın bilimsel getirisi de, olsa olsa denizcilik üzerinde, geniş tabanlı ve uzlaşmacı bir popülaritenin yolunu açmak olacaktır. Bu getiri, Türk Ulusu’nun denizle arasındaki bağı güçlendirmek adına izlenecek yollar için bir referans olmaktan ileri gitmeyecektir. Denizcilik bilinci bugün Türkiye’de bir sorunsaldır. Türk insanının denizcilikle ilişkisi çürük bir temel üzerinde yükselmektedir. Bu görünüm, Türkiye’ye birçok açıdan zarar vermekte ve çağdaş uygarlığa katılım süreçlerini sekteye uğratmaktadır. Bu görünümü değiştirmek adına bazı sorulara yanıt aranmalıdır: Denizcilik bilinci nedir? Türkiye’de denizcilik bilinci var mıdır? Türk insanı açısından bu tamlamanın anlamı varsa, neyi ifade etmektedir? Denizcilikle ilgili farklı işlevdeki kurumlar arasında etkili bir eşgüdüm nasıl kurulabilir? Denizcilik, toplumların yaşam ve düşünce biçimini, davranış kalıplarını ne şekilde örgütlemektedir? Denizcilik uygarlığın üretim süreçlerine hangi aşamada katılmaktadır? Denizyolu Ulaşımı Denizi, toplumla ilişkilendirmeye geçmeden önce bir ulaştırma sistemi olarak anlamakta yarar vardır. Günümüzde ulaştırma sistemleri, bir bütünlük içinde birbirinin devamı şeklinde oluşmaktadır. Bu bakımdan deniz yolu ulaşımı, ulaştırma sektörünün içinde irdelenerek buna göre politikalar ve amaçlar ortaya konulmaktadır. Denizyolu ile yolcu ve yük taşımacılığı karayolu, demiryolu ve havayolu taşımacılığına göre daha ucuzdur. Çünkü çok sayıdaki yolcu ve binlerce ton ağırlığındaki yük, çok uzak mesafelere birlikte taşınabilmektedir. Ayrıca su yüzeyinde yapılan bu taşımacılıkta, yol yapım ve bakım masrafları yoktur. Denizcilik Gücü “Deniz ulaşımı tercih edildiği oranda, ulusal güce katkı sağlamaktadır. Bir ulusun sahip olduğu denizcilik gücü o ulusun sahip olduğu ulusal gücün bir alt bölümü olarak anlaşılmalıdır. Çünkü denizcilik gücü; bir ulusun denize ve denizciliğe ilişkin, olanak ve yeteneklerinin, ulusal çıkarlar yararına değerlendirilebilmesi, kullanılması, korunması amacıyla harcanan çabaların insan gücü, coğrafya, sosyoloji, psikososyoloji, teknoloji, ekonomi ve askeri güç alanlarında oluşturduğu etkinliklerdir” 1. Deniz Gücü “Bir ulusun deniz gücü; deniz savaşlarını icra eden, deniz ilişki ve çıkarlarını koruyan, denizlerde uluslararası etki kazanmasını sağlayan askeri ve sivil denizcilik kapasitesinin toplamı olarak tanımlanmaktadır. Deniz gücünün temel unsuru Deniz Kuvvetleri olmakla birlikte, yalnızca Deniz Kuvvetleri’nden ibaret de değildir. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin de artık bir ‘Ready Reserve Fleet’ (hazır yedek filo) kavramını gündeme getirmesi gerekmektedir” 2. Hazır yedek filo, seferberlik halinde askeri amaçla kullanılabilecek deniz araçlarından oluşmaktadır ki, bu amaç kapsamına bütün gemiler girmektedir. Örneğin Türkiye’den daha az sayıda askeri deniz aracına sahip olduğu söylenen komşumuz Yunanistan, sivil donanmasını askeri amaçlara tahsis ettiğinde dünyanın üçüncü, dördüncü büyük donanması haline gelebilmektedir. Bu olgu da denizcilik konusunda bilinçlenmenin bir koludur. Deniz ve Uygarlık Geri kalmışlığın nedenlerinin başında coğrafi etkenler gelmektedir. Bir ülkenin açık denizlerle bağlantısı olmaması, özellikle ekonomik gelişmenin belirli bir aşamasında olumsuz etki yapabilmektedir. Denizcilik sayesinde önemli ticari olanaklara kavuşan toplumlar, gittikleri yeni topraklarda yeraltı ve yerüstü kaynaklarına ulaşarak zenginleşmiş, sermaye birikimini sağlamış ve ekonomik büyümelerini hızlandırmışlardır. Güçlü ekonomilere sahip bu ülkelerde oluşan istihdam gücü ve endüstri devrimiyle birlikte işçilik kalitesinin artması, uluslararası kriz ortamlarında halkın daha da bilinçlenmesini sağlamıştır. Büyüyen ekonomi, yeni teknolojileri geliştirmeyi kolaylaştırmış ve böylece, gelişen ülkelerle geri kalmışlar arasındaki açıklık kapanacağına daha da artmıştır. Doğa bilimleri ve coğrafya konusundaki bilgi birikiminde deniz keşiflerinin büyük rolü olmuştur. Uzak mesafelere gidilmesi istek ve zorunluluğu başta gemi mühendisliği, meteoroloji ve astronomi olmak üzere bütün bilim dallarını etkilemiştir. Endüstrileşme deniz taşımacılığında insan gücünü azaltmış ve yolculuk süreleri kısalmıştır. Kıyı şeritlerine yerleşen insan toplulukları, zaman içinde hem ellerindeki malzemeden yola çıkarak, hem de yanıbaşlarındaki denizin sunduğu somut sorunlarla baş etmeye çalışarak, çeşitli gemi tiplerini ortaya çıkarmışlardır. Karmaşık bir aygıt olarak her gemi tipi, çeşitli ekonomik sektörleri kapsamına alan çok yönlü teknolojik talepleri ortaya çıkarmış; aynı zamanda keşifler, rotalar, ticaret ve göçler gibi yoğun örüntülerin bir parçası, bir taşıyıcısı haline gelmiştir. Bunun yanında militarizm de dünya denizciliğine büyük katkılarda bulunmuştur. Askeri donanmalarda bugünün teknolojilerine ışık tutan birçok önemli gelişme yaşanmıştır. Örneğin denizaltı gemileri ilk olarak askeri amaçla geliştirilmiştir. Oşinografik ve sismik araştırmalarda kullanılan batiskaflar yine bu geleneğin temsilcileridirler. Sonra; demirin teknolojik tarihinde, askeri tersaneler önemli rol oynamıştır. Denizcilikte ileri giden toplumların uygarlık ibresi sürekli yükselmiştir. Bu tablo, uygarlığın yayılma biçiminde yeni bir süreci de ortaya çıkarmıştır ki, bu sürecin adı “emperyalizm”dir. Denizcilik ve Emperyalizm Bugün bilindiği ve kanıksadığı üzere dünyada çok küçük bir mutlu azınlık üretim pastasından kendine en büyük payı almaktadır. Sanılıyor ki dünyanın bu hali ezelidir ve ebedidir. Sanılıyor ki, gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkeler arasındaki bu fark hep böyleydi ve bu sosyal adaletsizlik düzeni hep böyleydi ve normali de budur. “Hayır! Bu durum böyle değildi” diyor ünlü doğa bilimci ve aynı zamanda edebiyatçı Charles Pearcey Snow 3. (Snow, 1959). Bu inancın, bu yanılsamanın en sadık müritleri de mağlesef dilini, kültürünü, geçmişini unutan uluslar arasından çıkıyor ve bu da elbette bir rastlantı değildir. En başta “dil” geçmişle kurulan bir köprü olduğuna göre, bu köprü de atılınca yabancı dille eğitimle toplumlar ne geçmişi hatırlıyor ne bugünü yargılayabiliyor. Snow şöyle diyor: “Re-enkarnasyona inanan Avrupalılar’a ‘Geçmiş yaşamında kimdin?’ diye sorsanız size şöyle diyeceklerdir: ‘Ben filanca kontuydum, Ben filanca düşesiydim, Ben karun kadar zengindim, Ben kraliçeydim’ vs. vs… Bu irrasyonel düşünce, zaten dünya nüfusu sürekli arttığından matematiksel olarak olanaksızdır; ancak başka bir mantıksızlık, bu insanların genelinin böyle yanıtlar vermesidir. Bu insanlar eski yaşamlarında olasılıkla köylü, serf, esir, köleydiler. Çünkü zaten bugünkü Avrupa, toplumları da üçyüz yıl öncesinde bu toplumsal katmanlardan oluşuyordu. Bugün Belçika’da bir fabrikatör bundan üçyüz yıl önce doğsaydı nasıl biri olacaktı? Kırkbeş yaş beklentisiyle dünyaya gelen, iki kardeşi doğumda ölmüş, annesini vebadan kaybetmiş, babası çiçekten kör olmuş, yaşamı boyunca üç elbisesi olmuş, altı ayda bir banyo yapan, otuz yaşında dişlerini kaybetmiş, bırakın sağlık sigortasını vatandaşlık hakkı bile olmayan; toprağını sürüp karın tokluğuna yaşayan ve nefes aldığı için kendini şanslı hisseden biri olacaktı. Bugün Afrika aynı durumdadır. Azgelişmişlik-gelişmişlik-emperyalizm kavramlarının ve de türevlerinin henüz siyasi literatürde yerini almadığı kapitalizm öncesi dönemde, doğu ile batı arasında, gerek teknolojik düzey gerekse sermaye birikimi açısından büyük üstünlükler yoktu. Ancak bugün vardır ve adaletsizlik uygarlığın doruğunda üretilmektedir. Sanıyor muyuz ki bu böyle gidecek? Hayır!” 4. (Snow, 1959). Snow, insanlığın bu sorununu giderip gidermeyeceğini değil, nasıl gidereceğini tartışmıştır. Onun tezine göre bu geçici sömürü düzeni, insanlığın yok olmasıyla sonuçlanmadıkça, mutlaka bir gün bitecektir. Batılılar, matbaacılık, barut ve pusuladan yararlanarak askerlik ve denizcilik alanlarında -doğuya karşı- üstünlüğü ele geçirmişler ve bu üstünlüğü 16. yüzyıldan başlayarak korsanlık-eşkiyalık temelli sömürgeci ticari ilişkilerde kullanmışlardır. Amerika’nın keşfiyle Afrika üzerinden Asya’ya ulaşılması, geleneksel doğu ticaret yolunu değiştirmiş ve bu yeni doğu-batı ticaret üçgeni sayesinde dünyanın zenginliği sürekli olarak Avrupa’nın batısına akmıştır. Antik çağdan başlayarak, denizci uygarlıklara yüzeysel biçimde bakıldığında, denizlerde egemenliği sağlayan toplumların, uygarlığı geliştirmede başarı sağladıkları bütün çıplaklığıyla görülür. Fenike, Yunan Uygarlığı, Ceneviz ve Venedik uygarlıkları hep amfibik toplumların ürünüdür. Emperyalizmin erken dönemlerinden bu yana Portekiz, İspanya, Hollanda, Fransa ve özellikle İngiltere’nin kat ettiği yol ortadadır. “Bugün dünyanın dört bir yanında bayrak dolaştıran ABD Donanması’nın İngiliz Donanması içinde biçimlendiği” deniz tarihçileri Carrol Starrs Alden ve Ralph Earl, Makers of Naval Tradition5 (Alden ve Earl, 1925) adlı kitabında uzun uzun, gururla, hatta şükranla anlatılmaktadır. Ünlü İngiliz başbakanı Churchill, General de Gaulle’e, Normandiya çıkartmasında “Avrupa ile açık denizler arasında bir tercih yapmamız istendiğinde biz (İngilizler) her seferinde açık denizi seçeceğiz. Sizinle -Amerikan Başkanı- Roosevelt arasında tercih yapmam istendiğinde ben de her zaman Roosevelt’i seçeceğim” 6 (Churchill) demiştir. Bu ifade deniz gücüne dayalı geleneksel İngiliz uygarlığının ve aynı zamanda emperyal politikasının net bir görüntüsünü ortaya koymaktadır. Bir başka politik şahsiyetin, ünlü Rus Çarı Petro’nun denizcilikle ilgili düşüncelerine göz atmakta yarar vardır. Bir kara devleti olan ülkesininin jeopolitik konumunu çok iyi kavrayan Petro “karısı -sonradan çariçe olacak- Katerina’ya vasiyetinde İngiltere’yle ticari ilişkilerini geliştirmesini ve onlardan denizciliği öğrenmesini; gerek Karadeniz’de, gerekse Baltık denizi üzerinde tersaneler kurmasını” 7 (Tokatlı, 1980) salık vermiştir. Bu meyanda açıkça gözükmektedir ki denizcilik bir devlet politikası ve uygarlık sahnesinde bir varolma biçimidir. Türk Denizciliği Özellikle İstanbul ve Çanakkale Boğazı gibi jeostratejik konumu çok önemli noktaları elinde bulunduran Osmanlı’nın denizcilikte geri kalması şaşkınlık vericidir. İstanbul Boğazı ile ilgili bazı ünlü tarihsel şahsiyetlerin neler dediğini dikkatlere sunmak gereklidir: “Petrus Gyllius (16. Yüzyıl Fransız yazar) ‘İstanbul Boğazı, bütün diğer boğazlardan üstündür, çünkü iki denizi ve iki dünyayı tek anahtarla açmaktadır’. Napoleon Bonaparte (Fransa İmparatoru): Eğer dünya tek bir devlet olsaydı, başkenti mutlaka İstanbul olurdu” 8 . Türkler’in deniz kültürüne uzak kalmasının nedenlerinin izini sürmek için şafağın söktüğü yıllara gitmek gerekir. Türkler, tarih boyunca denizciliğin önemini, askeri stratejiler üretmenin dışında yeterince kavrayamamıştır. Bunda çok önemli bir etken, Türkler’in denizcilik geleneğinin 1071’de Anadolu’ya gelene kadar hiç varolmamış olması ve Selçuklular’ın Hıristiyan dünyası için ekonomik, siyasi ve dini açıdan önemli merkezleri elinde bulundurması olmuştur. Selçuklu İmparatorluğu’na karşı sıkça düzenlenen haçlı seferleri, Türkler’in bölgede etkin bir askeri deniz gücü haline gelmesini ikiyüz yıl kadar geciktirmiştir. 1300’lerin başında Anadolu Beylikleri’nin ortaya çıkması ile beraber Türk denizciliği gelişerek batıya rakip olarak ortaya çıkmış ve nihayet 14. yüzyılda Anadolu beyliklerinin çoğunu egemenliği altına alan Osmanlı Devleti, Türk denizciliğini kısa bir süre için de olsa büyük bir askeri güç haline getirebilmiştir. Askeri alanda Türk denizciliği, 17. yüzyıl başlarına dek altın çağını yaşamış olsa da, sivil donanma hiçbir zaman gerektiği gibi başarıyı yakalayamamıştır. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Öncelikle Osmanlı Devleti’nin coğrafi konumu, hinterlandı ve zengin kaynakları deniz keşiflerine gereksinimi ortadan kaldırmıştır. Bunun yanında devletin dış politikası ve yönetim biçimi, Rönesans ve Aydınlanma Çağı’nın yükselen değerlerinin, çeşitli kurumların, eğitim sisteminin ve halkın bilincine sızmasını engellemiştir. Denizcilikteki gelişmelere hep yabancı kalan Osmanlı İmparatorluğu, Akdeniz’in dörtte üçünü bir Türk gölü haline getirmeyi başarsa da, bir “kara devleti” olarak kalmıştır. Yelken teknolojisinden makineye geç geçilmiş, deniz ticaretine geç başlanmış, deniz ticaret kanunu geç düzenlenmiştir. Osmanlı döneminden cumhuriyet yönetimine, bir kısmı hurda olmak üzere, küçük bir deniz filosu kalmıştır. Daha sonra Lozan antlaşmasıyla yabancılara verilen kabotaj (yük ve yolcu taşıma hakkı) hakkının geri alınması, Türk denizciliğinin kurulması ve geliştirilmesi için önemli bir aşama olmuş, ancak bu gelişme hiçbir zaman güçlü bir ivme yakalayamamıştır. Devamı gelecek sayımızda... Ä°lginizi çekebilir... Yat Tasarımında DFMEA UygulamasıEMRE ÖZEN,
Doç. Dr. ŞEBNEM HELVACIOĞLU,
Doç. Dr. AYHAN MENTEŞ
İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi... Ponton Yatların Hidrodinamik AnaliziBu çalışmada öncelikle ponton yatların küresel rekreasyonel tekne endüstrisi içinde hızla artan pazar payları dikkate alınarak tasarım özellikleri inc... Ponton Yatların ABD Pazarına Dayalı AnaliziKüresel rekreasyonel tekne pazarının %75'i Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) bulunmaktadır.... |
||||
©2025 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Åž. | Sektörel Yayıncılar DerneÄŸi üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.